Kişilik Üzerine

Ailenin en büyük trajedisi ebevynlerin yaşanmamış hayatlarıdır

Carl G. Jung

Karen Horney’ın, ebevynlerin çocuklarına kendi nevrozlarını aktarmalarıyla ilgili fikirleriyle beraber düşünüldüğünde, çocukların doğumdan itibaren  sürekli olumsuz bir çevre etkisi altında kalmalarıyla, kişilik yapılanmalarında disfonksiyonların ortaya çıktığı görülmektedir. Sanki her geçen çocuğun üzerine bir pislik atmaktadır, peki küçücük bir bedendeki çocuk bununla nasıl baş edecektir. Eğer doğumdan getirdiği mizacı desteklenmişse, yol boyunca kire pasa batsa da bir şekilde korunacak, çamura düşmüş bir altın gibi, altın olma özelliğini yitirmeyecektir. Peki neler yapar bu insanlar, aile, çevre, öğretmenler, arkadaşlar. Sürekli bir şeyler beklerler, her zaman o çocuğun nasıl olması gerektiği ile ilgili bir takım fikirleri vardır, her zaman en iyisini biliyorlardır. Oyun çocuğun çevresiyle önemli bir duygusal bağlantı, irtibatıdır der Melanie Klein, oyunlar bile değerlendirilir, doğru ya da yanlış denir. Çocuğun aradığı bir bağ, ilgi ve sevgidir, kabuldür. Çocuğa kendini ifade için çok az bir alan bırakılır. Böylelikle çevre sürekli olarak çocuk üzerinde kendisini gerçekleştirmeye çalışır, böylelikle varlığını bu çocuk üzerinde görecek ve kendisini bir kez daha gerçekleştirecek, var edecektir. Yaşanan travmatik bir olayın, çocuğun duygusal gelişimini olumsuz yönde etkilediğini biliyoruz, ancak ne yazık ki bu gibi durumlar çocuğun fizyolojisinde de geri dönüşü olmayan etkiler yaratarmaktadır. Örnek olarak serotonin iletiminden sorumlu genin aktivitesinde metillenme sebebiyle düşüş yaşanıyor. Böylelikle çocuk daha kolay incinir hale geliyor böylelikle onun başetme mekanizmalarına da daha baştan hasar vermiş oluyoruz. Evet tamamen duygusal boyutta yaşanan bir olay aslında son derece fizyolojik ve çocuğun metazbolizmasını değiştiriyor.

 

IMG_0670

 

KİŞİLİK GELİŞİMİ

Annenin duygusal olarak varlığı, güvenli bir bağlanma için temel teşkil eder.

Her çocuğun gerçeğe dair bir inancı vardır. Her çocuk dünyanın acı veya zevk verebilecek güvenli bir yer olduğuna dair değişen derecede inançları vardır. Ya da dünyanın kontrol edilebilir, tahmin edilebilir, öngörülebilir veya kaotik ve kontrol edilemez olduğu, insanların tehdit edici olup olmadıkları veya kendisinin değerli olup olmadığı ile ilgili.

Güvensiz bağlanma geliştiren çocukların daha fazla normal dışı davranışlar gösterdikleri, daha saldırgan olup akranlarından uzaklaştıkları görülmekte. Güvenli bağlanan çocukların ise özgüvenlerinin daha yüksek olduğu, sosyal becerilerinin daha olumlu olduğu, iyi arkadaşlıklar kurabildikleri ve ergenlikte daha karmaşık aktivitelere yöneldikleri görülmektedir.

Nasıl ki annenin ilgisi hasta bir çocuğun acısını azaltıp daha çabuk iyileşmesine neden olursa, benzer şekilde kaygı güçleriyle baş etmek zorunda kalan bir çocuğun da egosu temel mekanizmalar ve savunmalar geliştirmek durumunda kalır. Peki bu çocuk doğuştan ne getiriyor, çocuğun doğuştan gelen bir mizacı var ki, bu da onun çevresini algılamasını, deneyimlemesini, anlamlandırmasını etkilerr. Böylelikle deneyimlerden anlam çıkarır ve olaylara, durumlara belli bir şekilde tepki verir. Bu etkileşim çift yönlüdür, çocuğun verdiği spesifik tepkiye karşısındaki kişi de belli bir cevap verir, ve bu böylece sürüp gider. Dolayısıyla çocuğun özgün tepkileri annenin de ona tepkisini şekillendirecektir. Beck’in bilişsel modelinde davranış örüntüleri ve stratejileri altta yatan bilişsel, duygusal, motivasyonel, eylemsel ve kendini-düzenleme şemalarıyla bağlantılıdır. Şemaların ürünleri kendi ve başkalarıyla ilgili konseptleri yansıtır. Bu konseptler çocuğun süregelen etkileşmleri sonucu oluşur ve şekillenir, bunlar zaman içinde çocuğun dünyaya bakışını, dünyaya dair algısını, bilişsel yapılandırmasını etkiler.  Kişilik bozukluklarında, adaptif olmayan şemalar çokça görülür, birçok şartta ortaya çıkar ve spesifik ortamlarda disfonksiyonel olarak kabul edilen davranışsal stratejilerin altında yatar.

Kırılgan bir çocuk, kendisinin duygusal deneyimlerini, ifadesini anlamayan bir ailede büyüyebilir. Böyle bir çocuk duygusal uyarılma yaşadığı zaman bu duygularını adlandırmayı, bunları kontrol etmeyi, düzenlemeyi öğrenemez ve böylelikle duygusal üzüntüyü, acıyı tolere etmekte zorlanır. Bu çocuk ayrıca kişilerarası ilişkiler sonucu üzüntü ve acı yaratan durumlarla karşılaştığında ortaya çıkan duygulanımlarına, duygusal tepkilerine güvenemez. Olayları değerlendirmesine, çıkarımlarına ve verdiği tepkilere güvenemez. Bazı çocuklar böylelikle yüklü duygusal deneyimleriyle baş etmeyi öğrenemezler veya disfonksiyonel bir şekilde baş etmeye çalışırlar. Böylece kimi zaman ilerleyen zamanda kendine zarar, intihar girişimi, madde kullanımı görülebilir, tüm bunlar acı veren durumdan bir kaçıştır.

Şemalar erken çocukluk döneminde biyolojik yatkınlık ve çevresel etkiler neticesinde oluşur. Adaptif olmayan (uyumsuz) şemalar, kişilik sorunlarının merkezindedir ve bozukluklar, çocukluktaki karşılanmamış ihtiyaçlar neticesinde ortaya çıkar. Bu erken adaptif olmayan şemaların içeriği, kendilik kimliği ve başkalarıyla ilişileri kapsar. Bunlar çocukluk döneminde oluşmalarına rağmen kişinin yaşamı süresinde gelişir ve ayrıntılı hale gelirler. Bunlar, çocuğun yakın çevresindeki kişilerle disfonksiyonel deneyimlerinin kümülatif bir sonucu olarak oluşur. Bu şemalar güvenlik ihtiyacı, otonomi, hoşa gitme, kendini ifade, doyum ve kendini kontrol gibi özelliklerle ilgilidir.

Her zaman hatırlanması gereken bu oluşumun iki yönlü olduğudur, çocuğun sofraya getirdikleri ve başkalarının ona sundukları, sürekli bu ikisi birbirini etkiler ve bunun neticesinde “Kişilik” oluşur.

Kişilik bir bütün müdür, bunun yanıtı nereden bakıldığına bağlı olarak değişir. Kişilik bir bütündür, kohesif bir yapısı vardır, ilişkisel olarak çalışır, bir ego integrasyonu mevcuttur. Peki hiç mi bölünmeler, tutarsızlıklar olmaz, olur tabii, ya da başka bir bakış açısıyla bütünlük zaten hiç olmamıştır ki. Sürekli kendilerini ortaya koymaya, varlık göstermeye çalışan bir takım düşünce topluluklarından oluşmaktayız dersek kişilğe nasıl bir açıklama getireceğiz? Bu düşünceler, içimizdeki “ben”ler, adeta kendilerini ortaya koymak için sürekli yarışmaktadırlar, ne de olsa devamlılıkları her şeydir ve devamlı olmaları için eylem koymaları gerekmektedir. Bu sebeple Bilişsel Terapiyle bunları fark etsek bile, hatta kontrol altına alsak bile, eninde sonunda kendilerini ifade etmenin bir yolunu bulacaklardır.

Jung'a göre 4 psikolojik fonksiyon: Duyumsama, hissetme (duygular), Sezgi, Düşünme

Jung’a göre 4 psikolojik fonksiyon: Duyumsama, hissetme (duygular), Sezgi, Düşünme

 

Ne zaman ki kişi,içsel deneyimlere, kişiliğin çekirdeğine uzanmaya kalksa, çoğu zaman korkuya kapılır ve kaçar” Carl G. Jung

Niye korkutucu bir deneyimdir kendisiyle yüzleşmek, nasıl kaçırır bizi, ne gösterir de kaçar saklanırız, ne mırıldanır bize?

“Zaman içinde mandala’nın gerçekte ne olduğunu fark ettim: oluşum, dönüşüm, sonsuz aklın sonsuz dinlencesi. Bu da kendilik, kişiliğin bütünlüğüdür. Eğer her şey yolunda giderse uyumlu ve ahenklidir, ancak kendilik yanıltmasını, kandırmasını tolere edemez. Mandala, merkezi noktasıyla, tüm arketiplerin nihai birliğini ve fenomenal dünyanın çeşitliliğini sembolize eder. Dolayısıyla unus mundus’un (tek dünya. Her şeyin ortaya çıktığı ve geri döndüğü birlik halindeki gerçeklik) empirik dengidir” Carl G. Jung

IMG_0144

Kökleri cehenneme uzanmadığı taktirde hiçbir ağaç cennete yükselemez derler

Kökleri cehenneme uzanmadığı taktirde hiçbir ağaç cennete yükselemez derler